BiyolojiDoğa Bilimleri

Ekolojinin Tarihçesi ve Önemi

Ekolojinin Tarihçesi ve Önemi; 

Eski Yunanca’da oikos, “ev, eve ait”; logos da “bilim, çalışma, araştırma” anlamına gelir. Ekoloji sözcüğü de bu iki sözcüğün birleştirilmesiyle oluşmuştur.  Buradaki “ev”, içinde yaşanılabilen çevreyi anlatır. Bu “ev”de, tüm canlılar ve onlarla birlikte değişik olaylar yer alır. Sözlük anlamıyla ekoloji, “canlıların birbirleriyle ve çevreleriyle olan ilişkilerinin çalışılması ve araştırılması” demektir.

Ekonomi sözcüğü de eski Yunanca oikos ve nomicus sözcüklerinden türetilmiştir. Burada nomicus “yönetme, yönetim” demektir. Ekonomi de kısaca, “eve (yaşanılan yere) ait işlerin yönetilmesi” anlamına gelir. Bu durumda ekoloji ve ekonomi kardeş bilim dalları olarak düşünülebilir. Ne yazık ki birçok kişi, ekologlar ile ekonomistleri karşıt görüşlü ve birbirine rakip kişiler olarak algılar. Tablo 1-1’de ekonomi ve ekoloji arasındaki kavramsal farklılıklar verilmiştir.

Her iki alanda çalışan kişilerin olaylara sırf kendi bilim alanları açısından ve sınırlı bir çerçeveden bakmaları nedeniyle, bu iki bilim dalı arasında değişik çatışmalar olmaktadır. Buna karşın, ekoloji ve ekonomi arasında köprü oluşturacak şekilde, ekolojik ekonomi adı altında yeni bir bilim dalının gelişmekte olması, bu yönde atılan yararlı bir adım olmuştur. Bu konular, kitabın diğer bölümlerinde yeri geldikçe tekrar ele alınacaktır (Costanza, Cumberland, ve ark. 1997; Barrett ve Farina 2000; L.R. Brown 2001).

İnsanoğlu, günlük yaşamını sürdürebilmek için tarih boyunca ekoloji biliminin konuları ile iç içe olmuştur. İlkel insan toplumlarında her birey, yaşamını sürdürebilmek için çevresini – çevresindeki bitkileri, hayvanları ve doğada yaşamı etkileyen tüm faktörleri bilip tanımak zorundaydı. Gerçekten, insanoğlunun ateşi ve diğer bazı aletleri kullanmaya ve çevreyi değiştirmeye başlamasıyla, uygarlık tarihinin başlaması aynı dönemlere denk gelir. Teknolojideki başarının yaşamımıza sunduğu çeşitli olanaklar nedeniyle, pek çoğumuz hava, su ve (dolaylı da olsa) yiyecek için doğaya bağımlı olduğumuzun farkında değiliz. Bu çeşit anlık ve günlük temel ihtiyaçlarımız yanında, doğanın bizlere sunduğu dinlenme (rekreasyon), atıkların temizlenip doğada çözümlenmesi vb gibi, doğanın pek çok diğer hizmetlerini de her zaman hatırda tutmamız gerekir.

Ekonomik sistemler, hangi politik ideolojide olurlarsa olsunlar, insanlara yarar sağlayan madde ve hizmetlerden sadece insan tarafindan yapılmış olanlara parasal bir değer biçer. Öte yandan, aynı ekonomik sistem, doğa-ananın insan ve toplum olarak bizlere sunmuş olduğu maddelere ve hizmetlere çok az bir parasal değer koymaktadır. Bu konuda her hangi bir bunalım ortaya çıkmadıkça, tabiatın bize, bir bedel ödemeksizin sunduğu maddelerin ve hizmetlerin değerini bilmeme ve anlamama eğiliminde oluruz. Bu madde  ve hizmetlerin sınırsız olduğunu ve hiç tükenmeyeceğini zanneder; teknolojinin nasıl olsa onların yerine geçebilen yeni bir şeyi keşfedeceğini varsayarız. (Cornucopizm yaklaşımı.) Oksijen ve su gibi bazı doğal kaynakların yerine geçebilen başka bir madde bulunamayacağını, bunların ancak doğal döngü içinde yenilenebildiğini bilmemize rağmen, vurdumduymazcı geleneksel düşünce tarzımızdan halâ vazgeçmeyiz. Doğadaki yaşam-destek hizmetlerinin bedelsiz ve bedava oldukları varsayıldıkça, bugünkü ekonomik yaklaşım ve mevcut pazar ekonomisi içinde onlara ne yazık ki belirli parasal bir değer biçilmemektedir (bkz. H.T. Odum ve E.P. Odum 2000).

Her öğrenme sürecinde olduğu gibi ekoloji bilimi de bazı dönemlerde kesintilere uğramış, ancak tarih boyunca yavaş da olsa ilerleyerek gelişmesini sürdürmüştür. Eski Yunan bilginlerinden Hipokrat, Aristo ve diğerleri, yaptıkları çalışmalarda ekolojik konulara kuşkusuz yer vermişlerdir. Bununla birlikte Yunancada ekoloji kavramına denk düşen ayrı bir sözcük yoktur. Ekoloji sözcüğü nispeten yeni bir sözcüktür ve ilk kez Alman biyoloji bilgini Ernst Haeckel tarafından 1869 yılında önerilmiştir. Haeckel’in tanımına göre ekoloji “canlıların birbirleriyle ve yaşadıkları ortamla olan ilişkileri dahil, doğal çevrenin çalışılmasıdır” (Haeckel 1869). Haeckel’den önceki dönemlerde, özellikle biyoloji bilimi için atılım yılları olan 18. ve 19. yüzyıllarda, bizzat ekoloji sözcüğünü kullanmamakla birlikte, pek çok bilim insanı ekoloji konusuna önemli katkılarda bulunmuştur. Örneğin, 1700’lü yılların başlarında, “mikroskobu keşfeden kişi” olarak bilinen Antoni van Leeuwenhoek, besin zinciri ve popülasyon kontrolü üzerinde öncü çalışmalar yapmıştır. Aynı şekilde İngiliz bitki bilimci Richard Bradley’in yazdığı eserlerde biyolojik verimlilik konusu işlenmektedir. Bu konular günümüz ekoloji biliminin önemli alanlarını oluşturmaktadır.

Ekolojinin ayrı bir bilim dalı olarak ortaya çıkması yaklaşık 1900’lü yıllara kadar gider. Ekoloji sözcüğü, son otuz ya da kırk yıldan beri, günlük terminolojinin bir parçası olmuştur. Başlangıçta ekoloji bilimi, çalışılan taksonomik birimler paralelinde (bitki ekolojisi ve hayvan ekolojisi gibi) oldukça kesin sınırlarla ayrılan bilim alanları olarak ele alınmaktaydı. Daha sonraki yıllarda değişik bilim insanları tarafından ortaya konulan kavramlar, bütünleştirici bir genel ekolojibiliminin ve onunla ilgili temel teorilerin gelişmesine ortam hazırlamıştır. Bu temel kavramlardan bazıları şunlardır: Frederick E. Clements ve Victor E. Shelford tarafindan ortaya konular biyotik komūnite kavramı, Raymond Lindeman ve G. Evelyn Hutchinson’ın ortaya koyduğu besin zinciri ve madde döngüsü kavramları, Edward A. Birge ve Chauncy Juday’ın bir gölü bütün olarak ele alıp sistemin tamamını çalışmaları vb.

Yerkürenin uzaydan görünüşünün ilk fotoğrafları, astronotlar tarafından 1968 – 1970 yılları arasında çekilmeye başlanmıştı. (Ay’a ilk iniş 20 Temmuz 1969’da gerçekleşti.)  Çevre konusunda küresel çapta bilinçlenme ve uyanış da bu iki yıl içinde tetiklendi. İnsanlık tarihinde yerküreyi bir bütün halinde ilk kez bu fotoğraflar sayesinde uzaydan görebiliyorduk. Yerkürenin, kolayca kırılıp bozulabilen ve uzayda tek başına dolaşan bir gezeğen olduğunu ilk kez anlamaya başladık (Şekil l-1). Yazılı ve sözlü basında da geniş ölçüde yansıtıldığı gibi, 1970’li yıllarda hemen herkes kirlenme, doğal alanların korunması, hızlı nüfus artışı, gıdavve enerji tüketimi ve biyolojik çeşitlilik konularına ilgi duymaya başladı. İlk “Dünya Günü” toplantısı 22 Nisan 1970’de (Stanford’da) yapıldı ve 1970’li yıllar “Çevre On Yılı” olarak anılır oldu. Daha sonra gelen 1980’li ve 1990’l1 yıllarda ise çevre konusu arka plana atıldı; bu dönemde işsizlik, suç oranında artışlar, soğuk savaş, gelir dağılımında dengesizlik, hükümet bütçeleri, sosyal adalet gibi politik kavramlar ön plâna çıktı. Yirmi birinci yüzyıla girdiğimiz yıllarda, Yerkürenin insanoğlu tarafindan gittikçe artan bir hızla bozulduğu tekrar görülünce, çevre sorunları yeniden ön plana çıktı. Artık şunu anladık: Tıp terimleri ile ifade etmek gerekirse, hastalığı tedaviden ziyade koruyucu hekimlik ve hastalığın önlenmesi daha önde gelmelidir. Koruyucu hekimliğin insan sağlığına yaptığı gibi, bu kitapta sunulan ekolojik bilgilerin de, ekosistem sağlığına ve çevre koruma teknolojisine önemli katkılar yapması beklenmektedir (Barrett 2001).

Kamuoyunda çevre bilincinin gittikçe artması, 1970’lerden sonra üniversitelerdeki ekoloji eğitimini ve çevre araştırmalarını önemli ölçüde etkiledi. Daha önceki yıllarda ekoloji, biyolojinin bir alt dalı olarak düşünülüyordu. Ekologlar yalnızca biyoloji bölümlerinin birer elemanı olarak çalışıyor; ekoloji dersleri yalnızca biyoloji bölümlerinde veriliyordu. O zamandan beri ekoloji, yine hâlâ güçlü bir biyolojik temele dayalı olmakla birlikte, bütünleştirici ve birleştirici özellikleriyle yeni bir bilim dalı olarak ortaya çıkmıştır. Bu yeni bilim dalı doğa bilimleri ile sosyal bilimler arasında bir köprü kurmakta; fiziksel ve biyolojik olaylar arasında bir halka oluşturmaktadır (E. P. Odum 1977). Bugün pek çok üniversitede ekoloji bölümleri, ekoloji merkezleri, ekoloji enstitüleri ve ekolog yetiştiren uzmanlık alanları bulunmaktadır. Ekolojinin çalışma alanı genişlerken, ekosistemdeki canlıların ve farklı türlerin birbirleriyle nasıl etkileştikleri, gıda ve enerji kaynaklarını nasıl kullandıkları hakkındaki bilgiler de artmaktadır. Bir sonraki konuda, biyolojide hiyerarşi düzeni ele alınmıştır. Bu aşamalı (hiyerarşik) yaklaşımda, son yıllarda ekoloji bilim dalını ikiye bölme eğiliminde olan iki yaklaşım “evrimsel” yaklaşım ve “sistem” yaklaşımı özet halinde bir araya getirilmiştir.

Odum, E., Barrett, G., & Işık, K. (2016). Ekoloji’nin temel ilkeleri. Ankara: Palme Yayıncılık.

 

turklib

2020 yılının son gününde hayata geçen bu projeyle birlikte popüler konular hakkında kaynağı olan bilgilere en kısa yoldan ulaşabileceksiniz. Ayrıca turklib.org’un instagram sayfasından güncel olarak alanda yapılmış araştırmaların inceleme gönderilerini de görebilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu